CEZA HUKUKUNDA HAKSIZLIK VE HUKUKİ DEĞER KAVRAMI
Özel hukukta ceza hukukunun aksine kanunilik ilkesi geçerli değildir. MK m. 1’ye göre “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”. Görüldüğü üzere özel hukukta hakimin hukuk yaratma fonksiyonu da bulunmaktadır.
Ceza hukukundaki suçla ilişki içinde bulunan kavram özel hukuktaki haksız fiildir. İkisi de birbiri ile ilişki içindedir. Örneğin, hırsızlık hem bir suç hem de bir haksız fiildir. Bunun gibi çoğu suçlar aynı zamanda haksız fiil niteliğindedir.
Diğer yandan belirtmek gerekir ki haksız fiil ve suç kavramı her zaman birbiri ile örtüşmez. Zira haksız fiilin oluşumu bakımından zarar bir unsurdur. Ama tehlike suçlarında zarar söz konusu olmadığı için, bu suçlar haksız fiil niteliğinde değildir. Yine her haksızlık da suç değildir. Çünkü kanun koyucu hangi fiillerin haksız olduğuna ve bunların yaptırımına dair kanunda açık bir düzenleme yapmamış iken, suçlar ve bunların yaptırımları bakımından kanunilik ilkesi geçerlidir.
Haksızlık teşkil eden fiiller arasındaki nicelik farkından dolayı suç ve kabahat ayrımına gidilmektedir. Bu nicelik farkından dolayı bu haksızlık teşkil eden fiiller arasından sadece cezaya layık olanlar suç olarak kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak haksızlık oluşturmakla birlikte suç sayılmayan kimi fiiller kabahat olarak nitelendirilmektedir. Kabahat, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olarak kabahatler kanunumuzun 2. maddesinde tanımlanmıştır. Kabahatlerde uygulanan idari yaptırımlar, idari para cezası ve idari tedbirlerdir. Kabahatlere idari yaptırım uygulanması sebebiyle “idari suç” olarak da adlandırılmaktadır. 765 sayılı eski kanunumuzun aksine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuz, cürüm ve kabahat ayrımını kaldırmıştır. Ceza kanunumuzda yalnızca suçlara yer vermiş, kabahatleri ceza kanunumuzdan çıkararak kabahatler kanunu adı altında başka bir kanun içerisinde düzenlemiştir.
Ceza hukuku bakımından suç, kanun koyucu tarafından ceza hukuku yaptırımına bağlanan fiil olarak tanımlanabilir. Ancak bu biçimsel tarif ile bir davranışın hangi tarzda oluşup da devletin onu cezalandırmasının haklı olacağı sorunu açıklığa kavuşmamaktadır. Suç tanımı yapma, anayasanın kanun koyucuya tanıdığı bir yetkidir. Ancak bu yetkinin varlığı, kanun koyucuya dilediği gibi herhangi bir davranışı suç haline getirmesini haklı kılmamaktadır. Örneğin “sakal bırakan kamu görevlisi hakkında altı ay hapis cezasına hükmolunur” şeklindeki suç düzenlemesinin kanunla yapıldı diye meşru sayılmaması gerekir. Bu nedenle kanun koyucunun bir davranışı suç olarak tanımlaması ve ceza hukuku yaptırımlarına bağlamasını haklı kılacak bazı ilke ve ölçütlere ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ilke ve ölçütler kanun koyucuya, hangi davranışı cezalandıracağı, hangi davranışı cezasız bırakacağı bakımından yol gösterici olacaktır.
Söz konusu ilke ve ölçütlerin neler olduğu ise, çoğulcu demokratik bir hukuk toplumunda ceza hukukunun görevinden hareketle ortaya konulabilir. Günümüzde ceza hukukunun görevi, kişi hak ve özgürlüklerini güvenceye almak suretiyle vatandaşların özgürlük ve barış içinde birlikte yaşamalarını sağlamaktır. Bu görevi kısaca “hukuki değerlerin korunması” olarak belirtebiliriz. TCK’nın 1. maddesinde de ceza kanunun temel amacı, “kişi hak ve özgürlüklerini… toplum barışını korumak” şeklinde ifade edilmiştir. Belirtmemiz gerekir ki hukuki değerlerin korunması, sosyal düzenin ve barışın sağlanması, sadece ceza hukukunun değil, diğer hukuk dallarının da görevidir. Ancak ceza hukuku yaptırımları kişinin hak ve özgürlüklerine diğer hukuki yaptırımlara (medeni hukuk, idare hukuku vs.) oranla çok daha ağır müdahalelerde bulunmaktadır. Bu nedenle ceza hukuku yaptırımlarına, diğer hukuk dallarının yetersiz kaldığı durumlarda, en son çare olarak başvurulur. Eğer bir hukuki değer, o hukuki değeri ihlal eden bir davranışa karşı örneğin tazminat yaptırımıyla korunabiliyorsa, o davranışın ceza hukuku yaptırımına bağlanması gerekmez. Bu husus, ceza hukukunun “en son araç oluşu” (ultima ratio) şeklinde ifade edilir. Ceza hukukuna zorunlu hallerde başvurulması, bu hukuk dalının görevinin hukuki değerlerin korunması yönünden yardımcı bir nitelikte olmasını sonuçlamakta ve “ceza hukukunun yardımcılık niteliği” olarak adlandırılmaktadır.
Hukuki değerlerin kaynağı, esas itibarıyla anayasadır. Ancak bu anayasanın, hukuk devleti ve onun özünü oluşturan insan haysiyeti değeri ile kişi hak ve özgürlüklerini güvenceye alan bir nitelikte olması gerekir. Hukuki değerler ise, bireylerin özgürlük içinde gelişimi ve haklarını gerçekleştirme esaslarına dayanan bir devlet sisteminin işlemesi için gerekli olan, tüm olgular veya güdülen amaçlardır. Örneğin; hayat, vücut bütünlüğü, cinsel dokunulmazlık, özel hayatın dokunulmazlığı, şeref ve mülkiyet hakkı vb. Ancak sadece bu tür bireysel hukuki değerler değil, etkin bir adli sistem, dürüst bir kamu idaresi, kamu barışı, güvenilir bir para, çevre gibi kamusal hukuki değerlerin de, bir toplumun barış içinde yaşamasını güvenceye olmak için korunmaları gerekmektedir. Bu nedenle yalan tanıklık, parada sahtecilik, rüşvet, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik (nefret suçları), çevreye karşı suçlar oluşturulmuştur.
Ceza hukukunun hukuki değerleri korumak bakımından son araç oluşu ve yardımcılık niteliği ise, kanun koyucuyu ceza yaptırımlarını içeren suç düzenlemeleri yapmasına çeşitli açılardan sınır getirmektedir. Bu sınırlamalara ilişkin ilke ve ölçütleri şöyle belirtebiliriz:
Kişinin özgürlük içinde gelişme hakkı ve sosyal düzenin kişi hak ve özgürlüklerine dayalı biçimde işlev görmesine hizmet etmeyen suçlar oluşturulmamalıdır. Bu nedenle, keyfi cezalandırmaya yönelik suçların oluşturulması, hukuki değerleri koruma görevi ile bağdaşmaz. Sadece ideolojik amaçları gerçekleştirmeye yönelik ceza hukuku düzenlemeleri ile de hukuki değerler oluşturulamaz. Örneğin bir dönem Almanya’da, “Alman kanının saflığını sağlamak amacıyla” Yahudilerle evlenmenin suç haline getirilmesi gibi[1].
Barış içinde bir arada yaşamayı zedelemeyen veya bir zarar meydana getirmeyen bir davranışın, kanun koyucu tarafından başka bir amaçla suç haline getirilmesi suretiyle ceza hukuku tarafından koruması gereken bir hukuki değer oluşturulamamalıdır. Örneğin bazı ülkelerde, herhangi bir tehlike doğurmasa ve aşağılama içermese dahi, tarihteki bazı olayların “soykırım olmadığını” ifade etmenin suç haline getirilmesi, düşünceyi açıklama hakkının ihlalini sonuçlayan düzenlemeler yapılması doğru değildir.
Sadece moral değerlere aykırı olduğu gerekçesiyle suç düzenlemelerine gidilmemelidir. Bu nedenle kişilerin karşılıklı rızası ile özel yaşam alanında gerçekleşen davranışlar suç olarak öngörülmemektedir. Yine ahlaki açıdan olumsuz görülebilmesine karşılık bazı davranışlar, başkalarının haklarını ihlal etmediği için cezalandırılmamalıdır. Bu nedenle çocukların yer almadığı, şiddet içermeyen müstehcen yayınların yetişkinlere okunması, izlenmesi, satılması suç olmaktan çıkarılmıştır (TCK md. 226). Aynı şekilde soyut yalan, ahlaka aykırı bir davranış olmakla birlikte ceza hukukunun müdahalesini gerektiren bir davranış değildir. Ancak yalanın başkasının haklarını ihlal etmesi veya belli biçimlerde söylenmesi durumlarında, yalan tanıklık, iftira dolandırıcılık gibi suçlar oluşabilecektir. Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi ceza ve güvenlik tedbirleri, hukuki değerleri koruma işlevini görmekte; ancak başkasının haklarını ihlal etmeyen bazı ahlaka aykırı davranışlara, ceza hukuku yaptırımlarının uygulanması kabul edilmemektedir. Diğer bir deyişle ahlak ve hukukun ortak bir dayanağı olmasına karşılık, gayri ahlaki veya benzeri nedenlerle kınanabilir olsa dahi, barış içinde birlikte yaşamanın koşullarını ihlal etmedikleri sürece her ahlaka aykırılık, ceza hukukunun müdahale alanına girmemektedir[2].
Belirtmek gerekir ki insan haysiyeti, korunması gereken en temel hukuki değerlerden biridir. Bir başkasının onurunu zedeleyici davranışlar, işkence, zorla deneye tabi tutma, cinsel saldırı gibi fiiller, barış içinde birlikte yaşamanın en önemli kurallarını ihlal etmeleri nedeniyle cezalandırılmaları gerekir. Buna karşılık kişinin bazen bizzat kendinin onurunu kırıcı bazı davranışları insan haysiyetine aykırı olsa bile, salt bu gerekçe tek başına cezalandırılabilirlik için yeterli değildir. Örneğin intihar, insan haysiyeti değerini zedeleyici bir davranış olarak değerlendirilse dahi intihara teşebbüs eden kişi cezalandırılmamaktadır.
Çoğulcu bir toplumda kişilerin kendi benimsedikleri değerlerine göre olumsuz gördükleri davranış biçimlerine katlanması, barış içinde bir arada yaşamanın temel koşullarından biridir. Kişilerin bazı davranışlar karşısından hoş olmayan, olumsuz duygulara kapılmaları, bu davranışlar bakımından ceza hukuku yaptırımlarının uygulanmasını haklı kılmaz. Ancak bir davranış ile bireylerin güvenlik içinde yaşama duygusu zedeleniyorsa, bu davranışa ceza hukukunun müdahale etmesi gerekebilecektir. Çünkü kişinin başkalarından korkmadan veya küçük düşürülmeden yaşaması, barış içinde birlikte yaşamın gereğidir. Bu nedenle suç işlemeye tahrik, mensup olunan din, ırk vs. dolayısıyla aşağılanma, hakaret gibi fiiller suç olarak düzenlenmiştir.
Hukuki değerlerin korunması için ceza hukuku yaptırımlarına başvurulmasında ceza hukukunun son araç oluşundan ortaya çıkan diğer bir sınırlama, kabahatlerin suç olmaktan çıkarılmasıdır. Belirtmek gerekir ki kabahatler de hukuki değerleri ihlal etmekte olup bu açıdan suç ve kabahatler arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak ceza hukukunun son araç oluşu ve yardımcılık niteliği, suç ve kabahatlerin ayrılmasında bir sınırlama ölçütü olmaktadır. Kanun koyucu, bir davranışın doğurduğu sosyal rahatsızlığı, cezadan daha iyi veya en az onun kadar etkili, ancak kişiye daha az bir yük getiren idari para cezası gibi idari yaptırımlarla giderebiliyorsa o zaman ceza hukuku yaptırımlarına başvurmamalıdır. Hukuka aykırı davranışlara devletin bir tepki göstermesi gerektiği olaylarda çoğunlukla, bu davranışların sosyal yönden gösterdiği tehlikeliliğin ağır olmayışı da, bu tür davranışların ceza yerine kabahatlere ilişkin yaptırımlarla karşılanmasını gerektirmektedir. Suçlar ve kabahatler arasında esas itibarıyla bir nitelik farkı bulunmadığı hususu, Kabahatler Kanunu’nun gerekçesinde de, “söz konusu tasnif, haksızlıklar arasındaki nicelik farkına dayanmaktadır” şeklinde belirtilmiştir[3].
[1] Claus Roxin, Strafrecht Allgemeiner Teil, Bd. I (AT I), 3. Aufl. München 1997, s. 15.
[2] Roxin, AT I, s. 16 vd.
[3] Özgenç, s. 96-102.
İlk yorum yapan siz olun