İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ceza Hukukunun İslamîleştirilmesi (Karşılaştırmalı Bir Tahlil)

CEZA HUKUKUNUN İSLAMÎLEŞTİRİLMESİ (KARŞILAŞTIRMALI BİR TAHLİL)
Rudolph PETERS
Çeviri: Abdullah Kahraman
Bir kimse, ele aldığım ülkelerdeki İslam Ceza Hukuku uygulamalarının yoğunluk ve alanını karşılaştırmak suretiyle bir taraftan İslam Ceza Kanunlarının yapıldığı halde uygulanmadığı Libya ile diğer taraftan da, 1979 İslam devriminden sonra hadd cezalarının büyük oranda uygulandığı Iran hakkında bir ölçü elde edebilir. İslam Ceza Kanunlarının yapılmakla birlikte el kesme ve recim gibi sert cezaların henüz uygulanmadığı Pakistan ile söz konusu cezaların kısa süre uygulandığı Sudan, ölçünün ortasında yer almaktadır.Libya’da bu kanunların uygulanmamış olması iki sebebe bağlanabilir: Ilk olarak, rejimin ideolojik gelişimi ve özellikle de Kaddafi’nin bizzat kendisi bu noktada bir öneme sahiptir. Kaddafi, geleneksel inançlardan farklı bir İslam yorumu yaymaya başladı. Böylece o, dinî kurumdan uzaklaşmış oldu[1]. Muhtemelen Kaddafi, İslam Ceza Kanunları’nın uygulanmasının, âlimlerin geleneksel İslamına boyun eğme şeklinde anlaşılabileceği endişesiyle bu kanunların yürürlüğe konulmasında ısrar etmedi. Ikinci olarak, bu yasanın, Batı hukuku eğitimi almış normal hakimler tarafından uygulanma durumunda olması bir rol oynamış olabilir. Bu hakimlerin, yeni ceza hükümlerini uygulama ve kesme cezalarını zorla kabul ettirme konusunda çok istekli olmadıklarını tahmin etmek zor değildir.

Iran’da durum oldukça farklı idi. Şah rejimini iktidardan uzaklaştıran devrim, bütünüyle İslam hukukunun klasik doktrini içerisinde eğitim görmüş Şii mollalar tarafından yönlendirilmişti. Şeriatın uygulanması, Onların ilk ve başta gelen öncelikleri idi. Onlar, İslam ceza hukukunu, İslamî bir rejim kurma ve ona karşı olanların tamamını engellemek için bir araç olarak kabul ettiler. Bunu kolaylaştırmak ve personelleri Batı hukuku eğitimi almış mevcut mahkemeleri geri plana itmek gayesiyle rejim, İslam Devrim Mahkemeleri kurdu. Bu yeni mahkemelerdeki hakimler, hukuk sahasındaki uzmanlıklarından daha çok, yeni rejime ve toplumun kesin olarak İslamlaştırılmasına olan bağlılıklarına göre seçiliyordu. Onların sanığa karşı tutumları, soruşturma memurlarının şu sözleriyle karşılaştırılabilir: “Sana acı vermek zorunda olduğumuz için üzgünüz, fakat bu senin ruhunun ve toplumun iyiliği içindir”. Onlar tarafından verilen kararlar aleyhine temyiz yolunun kapalı oluşu, bu mahkemelerin hiçbir denetim olmadan istediklerini yapmalarına imkân tanımıştır. Bu yüzden bedene âit İslamî cezaların kontrolsüz bir şekilde uygulanması için standartlar oluşturulmuştur. Aynı zamanda, düzenli mahkemelerin personeli, hukukun İslamlaştırılması yönünde eğilimi bulunan hakimlerce aşamalı olarak değiştirilmişti.

Sudan’daki durum, çok kısa bir süre itibariyle Iran’daki ile karşılaştırılabilir. Orada birbuçuk yıl içerisinde pek çok ölüm ve (el, ayak) kesme kararı infaz edilmiştir. Fakat Iran’ın aksine, (Sudan’da) infaz işi, müslüman mollalara ait bir rejimin elinde yer almayıp aslı itibariyle lâik ve milliyetçi olanların elinde bulunuyordu. Burada Islâmî yasamanın yapılması, Islâmî muhalefet yelkenlerini suya indirmeyi hedeflemekte idi. Hakimlerin çoğu, yeni kanunlara karşı olduğu için, özel mahkemeler oluşturuldu ve bunlara İslamî yasamaya bağlı hakimler görevlendirildi. Haddi gerektiren suçların tanımlarının genişletilmesi ve ispat kurallarının esnekleştirilmesi sonucu, el kesme cezalarının uygulama sahasının genişletilmesi büyük bir hoşnutsuzluğa sebep oldu. Hatta hukukun İslamlaştırılmasına karşı olmayanlar arasında bile bu hoşnutsuzluk görüldü. Numeyri rejiminin iş başından uzaklaştırılmasından sonra adlî el kesme cezası hiç uygulanmadı. Bununla birlikte bu, İslamî kanunların askıya alındığını göstermez. Kırbaçlama, alkollü içki içme veya bazı cinsel suçların bir cezası olarak hala yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. Bununla beraber, bu kararların en azından Haziran 1989’a kadar uygulanmamış olmasına rağmen bazı mahkemeler el kesme hükmü vermeye devam etmiştir.

Nihayet Pakistan. Pakistan Ceza Kanunu’nun müsamahakâr yapısı, hem kanunların dikkatli olarak tasarlanmış olmasının hem de hakimlerin tutumlarının ve özellikle de Federal Şeriat Mahkemesi’nin bir sonucudur. Bu mahkemenin düzenine rejimin müdahele etmesine rağmen, mahkeme ılımlı bir etki yürüttü ve kesme cezalarının uygulanmasını engelledi. Bu bağlamda şu da önemlidir ki, üyeleri normal mahkemelerden gelen Federal Şeriat Mahkemesi hariç, İslamî kanunları uygulamak için hiçbir özel mahkeme oluşturulmadı. Pakistan’da uygulanan haddi gerektiren suçlarla ilgili hükümlerin yöntemi 19. yüzyıl Mısır’ındaki uygulamaya çok benzemektedir: Kesme cezalarına mahkum etmek gibi ihtiyatlı bir tarza başvurmak hemen hemen imkânsızdır ve neredeyse hiç meydana gelmez. Bu kanunların Ziyaulhak’ın ölümünden ve Benazir Butto’nun seçime dayalı zaferinden sonra iptal edilmeyişi, böyle bir tedbirin sebep olacağı ideolojik problemlerin varlığının bir işaretidir. Böyle bir adım İslamî partilerce kolay bir şekilde istismar edildi ve rejimi zayıflattı.

Burada ele aldığım ülkeler arasında (kanunların) uygulanması açısından, farklılıklar yanında benzerlikler de vardır. Şunu kaydetmek gerekir ki, ceza hukuku hukukun İslamileştirilmesi programında her zaman önemli bir yer tutar. Hukukun İslamîleştirilmesini savunanlar, İslam ceza hukukunun faydalarını belirtmek suretiyle bunu açıklamaktadırlar. Bu faydalar, İslam ceza hukukunun caydırıcı etkisi, sadeliği, davaya bakma usulünün hızlı oluşu ve gerçek bir İslam toplumu oluşturma hususunda gözle görülür bir araç oluşu gibi hususlardır.

Hukukun İslamileştirilmesi taraftarları, kesme ve bedenî cezaların caydırıcı etkisi konusunda çok kesin bir kanaate sahiptirler. Konu hakkında yayınlanmış bütün kitaplarda tekrarlanan tema budur. Sürekli öne sürüldüğü üzere, hırsızın bir elinin kesilmesi, diğer pek çok kimseyi başkalarının malına tecavüzden caydıracaktır. Ben, konuyla ilgili suç istatistiklerinin mevcut olmadığını çok iyi bilmekteyim. Buna rağmen, İslamî cezaların caydırıcılığını savunanlar her zaman, Suudi Arabistan gibi hadd cezalarının uygulandığı ülkelerde suç oranının başka yerlerden çok daha düşük olduğunu iddia etmektedirler. İslamî ceza yasasının oluşturulmasını destekleyenlerin iddialarına delil olarak getirdikleri ikinci bir fayda, yargılamaların kısa ve adaletin icra edilişinin daha çabuk olacağı gerçeğidir. Humeynî, bu düşünceyi aşağıdaki şekilde ifade etmektedir:

İslam adliyesi, sadelik ve kolaylığa dayanmaktadır. İslam adliyesi bütün cezâî ve medenî şikayetleri, en uygun, en sade ve mümkün olan en hızlı yöntemle karara bağlar. Bir kasabaya/şehre girip her hangi bir davada kararını vermek ve onu derhal uygulamak için İslam hâkiminin ihtiyaç duyduğu bütün şey, bir yazı kalemi, hokka, iki veya üç infaz memurudur[2].

Bu ifadeler, sadece istenen çabuklukta bir adaleti değil aynı zamanda sade ve şeffaf bir prosedürü de göstermektedir. Burada üzerinde durulmak istenen husus, hoşnutsuzlukla birlikte, yargılamaların yıllarca sürüncemede bırakılabildiği, Batı hukukunun hakimiyeti altındaki adaletin yavaş işleyişine dikkat çekmektir. Bu şekildeki ifadeler, iyi hareketlerin derhal ödüllendirildiği, kötülerin de uygun şekilde cezalandırıldığı daha sade ve düzenli bir topluluk için müslüman toplumlardaki pek çok kişinin duyduğu bir özlemi ifade etmektedir. Şimdiden anlaşılmıştır ki, yargıyı yöneten Iran mollaları hakkındaki olumlu şahsi kanaat ile, Vahşi Batı resimlerinden öğrendiğimiz, suçun bol olduğu küçük bir kasabada tek başına yalnızca silahıyla hukuku imar eden ve düzeni sağlayan cesur polis şefi arasında büyük benzerlikler vardır[3].

İslamî ceza hukukunun oluşturulmasını destekleyen son iddia şudur: Bir İslam devleti ve gerçek bir İslamî toplum oluşturmak için ceza hukuku temel bir araçtır. Ikaz etme ve öğüt verme yeterli değildir, davranışları değiştirmek için İslamî bir yönetim içerisinde şiddetli bir cezaya ihtiyaç vardır.

Bunlar, İslamî yasamayı gerçekleştirmek için öne sürülen yaygın gerekçelerdir. Bununla birlikte, bilinçli veya bilinçsiz olarak bir rol oynayan başka mülahazalar da vardır. Ele aldığımız rejimlerin hiçbiri demokratik değildir. Meşruiyetlerini artırmak için kendilerini İslamî olarak adlandırmakta ve İslamî bir ceza yasası takdim etmektedirler. Çünkü, kesin olarak İslam Ceza Hukukunu takdim etmek ve onun cezaî hükümlerini uygulamak, pek çok kişi tarafından Batı’yı mağlub edecek bir hareket olarak kabul edilmiştir. Ve bu durumda Batı’nın mağlub edilip bu hukukun uygulanması, söz konusu rejime dinî maksatlarla bağlanmak için örnek bir dava olarak görülmektedir. Alkol, uyuşturucu ve cinsel ilişkilerle oldukça fazla alakası olan bu baskının (sert denetimin) değişik sebepleri vardır. Benim görüşüme göre, dinî sâikler, bunun bir parçası olmakla birlikte çok önemli değildirler. Kişi, alkol, uyuşturucu ve cinsel serbesti ile mücadele ederek Batı kaynaklı olan ahlâkî çürümeyi engellemeye çalışır, tarzındaki görüş de önem bakımından bundan aşağı değildir. Hatta ısrarla öne sürülen şöyle bir görüş daha vardır: Uyuşturucu kullanmak ve cinsel özgürlük, Batı tarafından müslümanların ahlakî mukavemetlerini kırmak için kasıtlı olarak propaganda edilmiştir. Fakat bundan başka, İslam ceza hukuku kişilerin özel hayatlarını bile disipline etmektedir. Totaliter rejimler kişilerin bütün meselelerini, hatta onların yatak odalarına uzanacak kadar (her şeylerini) ellerinin altında tutmayı isterler.

İslam ceza hukukunu yasalaştırmanın en çarpıcı yönü, bu hukukun büyük ölçüde, bedenî cezalar, özellikle de kırbaçlama cezasıyla alakalı olarak sadece haddi gerektiren suçlar için değil, aynı zamanda İslam Hukukunda hiç yer almayan suçlarla ilgili yasa oluşturmak için haklı bir gerekçesinin bulunmasıdır. Örneğin Sudan’daki Numeyri rejimi, Ceza Kanunu’nda zikredilen tün suçlar için elverişli bir ceza olarak şu ana kadar kırbaçlamayı takdim etmiştir. Benim görüşüme göre bu, demokratik olmayan ve totaliter rejimler için İslam ceza hukukunun çekiciliğini ifade eden en önemli açıklamadır. Bedenî ceza, özellikle de halkın huzurunda uygulandığında, baskının etkin bir aracı olmaktadır. Bu durum, sadece söz konusu cezaya doğrudan maruz kalanlarla ilgili olarak değil, aynı zamanda toplumun tamamıyla ilgili olarak doğrudur. Halkla ilgili idamları, el kesme ve kırbaçlamaları alenî olarak yapıp teşhir etmek, rejimin gücünün üstünlüğünü ve ona karşı direnmenin de boşuna olduğunu sembolize eder.

[1] Mayer (1981).

[2] Humeynî, Sayings of the Ayetollah Khomeini. Trc. H. Salemson. 1979, s. 30. Newman’ın kitabında da nakledilmiştir. 1982, 561.

[3] Newman (1982), 561.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir