HISTORICAL DEVELOPMENT OF PROBATION IN THE TURKISH CRIMINAL JUSTICE SYSTEM
TBB Dergisi 2012 (100) Hakan A. YAVUZ
Özet: Bu çalışmada, 19. yüzyılda hürriyeti bağlayıcı cezaların olumsuz etkilerinin görülmesinin ardından gelişen; suçluların rehabilitasyonu, iyileştirilmesi ve topluma kazandırılması şeklindeki cezanın çağdaş amaçlarını gerçekleştirmenin bir aracı olarak ortaya çıkan denetimli serbestlik kurumunun Türk ceza adalet sistemindeki tarihsel gelişim süreci anlatılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Denetimli Serbestlik, Ceza Adalet Sistemi, Ceza Yaptırımı, Ceza İnfaz Hukuku
Abstract: In this study, historical development in the Turkish Criminal Justice System of institution of probation which arised as a mean of carrying out the contemporary aims of the punishment such as rehabilitation, recovery and reintegration in to the society of the convicts and developed after the observation the negative effects of the punishments deprivating the liberty in the 19th century is discussed.
Key Words: Probation, Criminal Justice System, Criminal Sanction, Criminal Enforcement Law
Giriş
Modern anlamda denetimli serbestliğin Türk ceza adalet sistemine dahil edilmesi çok yakın bir tarihe, 2005 yılına rastlamaktadır. Ancak tarihsel süreç içerisinde denetimli serbestliğe benzer düzenlemeler ve uygulamalar, bu isimle anılmamakla birlikte sistem içerisinde yer bulmuştur. Bu çalışmada Osmanlı Devleti döneminden başlayarak,765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ve 765 sayılı TCK’nın yürürlükte bulunduğu süre içerisinde hazırlanan 1987, 1989, 1997, 2000 ve 2003 tarihli TCK tasarılarında denetimli serbestlik ve benzeri kurumların ne şekilde düzenlendiği ve 2005 yılında yapılan düzenlemelere kadarki sürecin nasıl geliştiği hususunda bilgi verilecektir.
I. Osmanlı Devleti Döneminde
A. Genel Olarak
Denetimli serbestliğin Türk hukuk tarihindeki gelişimine bakıldığında,kökenlerinin Tanzimat dönemi ceza kanunnamelerine kadar dayandığı görülmektedir. Bununla birlikte bu kanunnamelerde geçen düzenlemelerden bahsetmeden önce, Osmanlı Devleti döneminde yaygın olarak uygulandığı bilinen “şahsa kefalet” müessesesine değinmekte fayda görüyoruz.
B. Şahsa Kefalet Müessesesi
Denetimli serbestliğin Anglo-Sakson hukukundaki kökenlerinde önemli bir aşama olarak kabul edilen; “kefalet(bail)” isimli müessesenin bir benzerinin Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı Devleti’nde de uygulandığı bilinmektedir. Esasen bir İslam Hukuku müessesesi olan şahsa kefalet, şüphelinin veya sanığın mahkemeye veya önceden tayin edilmiş belirli bir yere getirileceğine kefil olmayı ifade eder. Şahsa kefalet günümüzde ceza muhakemesi hukukunda bir koruma tedbiri olan ve tutuklamaya alternatif olarak uygulanan, teminatla-güvenceyle salıverme müessesesine benzemektedir. Şahsa kefalet, “belli bir adamın şahsını teslime kefilim”(Mecelle m. 613) şeklinde bir ifadenin kullanılmasıyla yapılabileceği gibi, bir kimsenin onsuz düşünülemeyeceği bir parçasını veya organını irade beyanında zikretmekle(“…isimli şahsı ihzarı taahhüt ediyorum, falanın yarısını, başını, yüzünü, kalbini, nefsini…ihzara kefilim…” demek gibi)de meydana gelebilirdi. İfadelerden de anlaşıldığı üzere bu konuda önemli olan, örfte bedeni veya bedeni teslimi taahhüdü ifade eden ve insanların intibak edebileceği sözlerin kullanılmasıdır.
İslam hukukçuları had ve kısas gibi cezaların bizzat kendisine kefaleti caiz görmezken, bunların malî bedellerine ve bunların uygulanacağı şahsın mahkemeye ihzarına kefaleti caiz görmekte idiler. Şahsa kefalette kefil, öncelikle şüpheli veya sanığı mahkemeye teslimden sorumluydu. Eğer kefil bu sorumluluğu yerine getirmez ve kusurlu bulunursa hapsedilebilmekteydi.Şahsa kefalet, halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen ve bir adli kontrol seçeneği olan güvenceyle salıvermeye benzemekle birlikte, burada mali değil şahsi bir kefalet söz konusu olduğu için CMK’dakinden tamamen farklı bir müessesedir. Ancak şahsa kefalette bir kimseye, şüpheli veya sanığın belirtilen zamanda mahkemede hazır bulundurulması konusunda bir yükümlülük yüklediği ve bu yükümlülüğün zorunlu olarak denetim ve gözetimi içerdiği dikkate alındığında denetimli serbestlik uygulamalarına benzerlik gösterdiği söylenebilir. Ancak şahsa kefalet, resmi bir denetim görevlisi tarafından yürütülen bir denetim faaliyetini içermemesi nedeniyle modern denetimli serbestlik örneklerinden ayrılmaktadır.
C. Tanzimat Dönemi Kanunnameleri’nde
Tanzimat dönemi 1256, 1267 ve 1274 tarihli ceza kanunnamelerinde bugünkü denetimli serbestlik uygulamalarına benzeyen üç ayrı yaptırım bulunduğu görülmektedir. Bunlar nefy cezası, zaptiye nezareti altında bulundurulmak cezası ve kalebentlik cezasıdır.
Nefy Cezası: Her üç ceza kanunnamesinde de bulunan ve sürgün etme, dışlama, başka bir yerde ikamete mecbur etme anlamına gelen “nefy“ kelimesiyle ifade edilen bu cezada mahkûmun devlet tarafından tayin edilen bir yere gönderilerek burada ikamet etmesi ve başka bir yere gidememesi öngörülürdü. Söz konusu sürgün yerleri mutlaka devletin sınırları içerisinde olmalıydı. Bu ceza, üç aydan üç yıla kadar süreli olarak verilebileceği gibi, müebbet olarak da öngörülebilmekteydi.Bu cezaya mahkum olanlar kısıtlama altına alınmazlar ve mallarını istedikleri gibi kullanıp tasarruf edebilirlerdi. Nefy cezası ile mahkum edilenler gönderildikleri yerden başka bir yere gidemezler, ancak şahsi hürriyetlerine hiçbir kısıtlama getirilemezdi. İstedikleri işte çalışabilir, aileleriyle birlikte orada yaşayan herkes gibi özgür bir biçimde yaşayabilirlerdi. Ancak söz konusu yerden ayrıldıklarında hapisle cezalandırılırlardı. Nefy ile cezalandırılan suçlular bu esaslar dışında herhangi bir denetime veya yükümlülüğe tabi kılınmazlardı. Zaptiye Nezareti Altında Bulundurulmak Cezası: 1274 tarihli kanunnamede düzenlenen, fer’i veya mütemmim olarak hükmedilebilen bir cezadır.
Tek başına, işlenmiş olan bir suçun asıl müeyyidesi olabileceği gibi, devletin dahilen ve haricen asayişini ihlal edecek nitelikte cünha ve cinayet işlemiş olanlar hakkında, asıl cezanın infazının ardından ömür boyu bu cezaya da hükmedilebilirdi. Cezanın amacı şahısların tekrar suç işlemelerini önlemekti. Bu cezaya çarptırılan şahıs devletçe ikametten men olduğu yerlerde kalamazdı. Ancak yasak olmayan yerlere gidip yerleşebilir ve bu işlemi yaparken, tezkerede belirlenen güzergahı takip etmek, vardığında yerel zabıtaya tezkeresini sunmak gibi bazı yükümlülüklere tabi olurdu. Mahkum, şayet bu şartlara uymazsa bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılırdı.
Kalebentlik Cezası: Bu ceza yalnızca 1274 tarihli kanunnamede mevcuttur. Kalebentlik, devletçe tayin olunan kalelerin birinde hapis olarak kalmak anlamına gelmektedir. Süreli olduğunda üç yıldan beş yıla kadar, müebbet olduğunda ise ölünceye kadar sürmekteydi. Kalebentlik cezasını gerektiren bir suça hükmedildiğinde hüküm temyiz mahkemesince tasdik olunduktan sonra hükümlü, devletçe tayin olunan yerlere gönderilirdi. Bu yerler etrafı kale surlarıyla çevrilmiş emniyetli yerlerdi. Kalebentlik cezasının nerelerde çekileceği kanunlarla belirlenmişti. Devlete fazla masraf olmaması için ceza en yakın yerde infaz edilirdi. Kaleden dışarı firar etmemek kaydıyla bu cezaya çarptırılan kimse, kale içerisinde özgür bir kimsenin sahip olduğu hakların hemen hemen tamamına sahipti. Ancak asayişin sağlanması yahut firarın önlenmesi için kale içinde ve çevresinde bulunan memurlar gerekli tedbirleri alabiliriler, bu doğrultuda mahkumun bazı kimselerle görüşmesini engelleyebilirlerdi.Yukarıda bahsi geçen her üç ceza türünde de modern denetimli serbestlik uygulamalarında görülen, hapsetmek yerine özgür bırakma,belirli bir yere gitme veya gitmeme, devlet tarafından kontrol altında tutulma gibi özellikler bulunmakla birlikte, denetimli serbestliğin esası olan, bir denetim görevlisi tarafından denetlenme ve bu kapsamda belirli yükümlülükleri yerine getirme gibi özellikleri bulunmamaktadır.
Osmanlı Devletinde birçok vakıf veya hayır kurumunun,mahkûmlara, mahkum ailelerine ve özellikle borç nedeniyle acze düşerek hapsedilmiş kişilere gerek cezanın infazı sürecinde, gerekse tahliye sonrasında ya da cezanın ertelenmesi hâlinde çeşitli sosyal ve ekonomik yardımlarda bulunduğu bilinmektedir.
II. Cumhuriyet Döneminde(1926-2005 yılları arası)
A. Genel Olarak
Osmanlı ceza kanunnamelerinde olduğu gibi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na kadar 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun ve 2253 sayılı sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da tam anlamıyla denetimli serbestlik olarak nitelendirilebilecek bir düzenleme bulunmamakla birlikte benzer özelliklere sahip düzenlemelere yer verildiği görülmektedir.12 Burada, bu üç kanunla birlikte 2005 yılında 5237 sayılı TCK ve ilgili kanunların yürürlüğe girmesi öncesinde hazırlanan TCK tasarıları da incelenecektir.
B. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, bilindiği üzere 1926 yılında yürürlüğe girmiş ve 2005 yılına kadar yürürlükte kalıp uygulanmıştır. Bu kanundaki modern denetimli serbestlikle ilgisi olan düzenlemelere geçmeden önce, söz konusu kanunun yürürlükte olduğu dönemde benimsenen yaptırım sistemin esaslarına değinmekte fayda bulunmaktadır.
765 sayılı kanunda cürüm veya kabahat niteliğindeki suçlar bakımından kanunun 11. maddesi uyarınca yaptırım biçimi olarak sadece “ceza”lar öngörülmüştü. Bu cezalar cürümler bakımından: idam, ağır hapis, hapis, sürgün, ağır cezayı nakdi ve hidematı ammeden memnuniyet iken; kabahatler bakımından: hafif hapis, hafif cezayı nakdi ve muayyen bir meslek ve sanatın tatili icrası olarak düzenlenmişti. Kanunun yürürlükte bulunduğu süreçte idam ve sürgün cezaları yürürlükten kaldırılmış idi. 765 sayılı Kanun’daki yaptırım sisteminde,cezalar yanında, her ne kadar kanunda ceza veya fer’i ceza olarak tabir edilseler de, güvenlik(emniyet) tedbirlerine13 de yer verilerek “iki izli”14 bir yaptırım sistemi öngörülmüş idi. Bununla birlikte 1965 yılında 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ile esasen bir ceza genel hukuku düzenlemesi niteliğinde olan ancak söz konusu İnfaz Kanunu’nun 4. maddesinde düzenlenen ve kanunun yürürlükte olduğu 2005 yılına kadar bir çok değişikliğe uğrayan düzenleme ile “kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine uygulanabilecek cezalar ve tedbirler” başlığı altındaki güvenlik tedbirleri ceza hukukumuza girmiş ve yaptırım sisteminin “iki izli” görünümü pekişmiş idi.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda modern anlamda denetimli serbestlik içeren uygulamalar ile benzerlik gösteren yaptırımlar: 1. Sürgün cezası, 2. Emniyeti umumiye idaresinin nezareti altında bulundurma cezası ve tedbiri, 3. Uyuşturucu madde bağımlıları hakkındaki güvenlik tedbirleri, 4. Alkol bağımlıları hakkındaki güvenlik tedbirleri,5. Dilenciler için “boğaz tokluğuna çalışma” tedbiri, olarak sıralanabilir.
Şimdi bunları kısaca inceleyeceğiz.
Sürgün cezası: 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, Osmanlı Ceza Kanunnameleri’nde düzenlenen ve yukarıda anlatmaya çalıştığımız nefy cezasının bir biçimi olarak “sürgün cezası”nın düzenlendiğini görmekteyiz. Kanunun 11. maddesinin 1. fıkrasının 4. bendinde cürümlere verilecek cezalar arasında bağımsız bir ceza biçimi olarak sürgün cezası da öngörülmekteydi. Sürgün cezası, nefy cezası gibi mahkemelerce verilen bir karar uyarınca sanığın belirlenen bir süre boyunca belirli bir yere gönderilerek orada yaşamaya mecbur edilmesi anlamına geliyordu. Sürgün cezası 1965 yılına kadar yürürlükte kaldıktan sonra aynı yıl yürürlüğe giren 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’la
yürürlükten kaldırılmıştır. Sürgün cezası, yaptırım anlayışı bakımından denetimli serbestlik uygulamalarına benzemekle birlikte, gerçek anlamda bir görevlinin gözetimi veya denetimini içermediğinden modern denetimli serbestlik düzenlemesi niteliğinde değildir.
Emniyeti umumiyeye idaresinin nezareti altında bulundurma cezası ve tedbiri: 765 sayılı Kanun’da modern denetimli serbestlik uygulamalarına en çok benzeyen bu yaptım biçimi, her ne kadar kanunun cezalar başlığını taşıyan ikinci babında düzenlenmiş ve kanunun muhtelif maddelerinde “ceza” tabiriyle ifade edilmişse de özü itibariyle ceza niteliğinde olmayıp, güvenlik tedbiri niteliğinde olan bir kurum olarak kabul edilmekte idi.15 Bu yaptırım, esas olarak hapis cezasının infazından sonra uygulanması öngörülen ancak müebbet veya on seneden fazla hapis cezalarının özel af ile ortadan kaldırıldığı veya azaltıldığı durumlarda bir anlamda hapis cezasının yerine olarak uygulanması
öngörülen bir tedbir niteliğinde idi. Kanunun 28. maddesinde feri ceza olarak öngörülen düzenlemede, hapis cezasına ek olarak verilen ve asıl cezası infaz edilen mahkumun bir yıldan az, üç yıldan fazla olmamak kaydıyla kolluk güçlerinin nezareti altında bulundurulması öngörülmüştü.16 Yaptırım, Kanun’un 32 ve 101. maddelerinde ise bir tedbir olarak düzenlenmişti. 32. maddeye göre mahkumiyet kararında belirtilmiş olması aranmaksızın idama bedel 24 sene ağır hapis cezasına mahkumiyetin infazı sonrasında mahkumun on sene süreyle kolluğun nezareti altında bulundurulması gerekmekteydi. 101. maddeye göre ise müebbet veya on seneden fazla süreli ağır hapis cezaları
özel af ile azaltıldığı veya ortadan kaldırıldığı takdirde buna dair olan kanun veya kararnamede, buna muhalif açıkça bir hüküm olmadıkça mahkum üç sene kolluğun nezareti altına alınırdı. Tedbir bazı durumlarda (örneğin cezayı azaltan sebeplerle ölüm cezası yerine 30 sene ağır hapse mahkumiyet durumunda olduğu gibi) cezanın kanuni bir sonucu şeklinde iken, bazı suçlar bakımından(cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, hırsızlık, yağma gibi) asıl cezaya mecburi olarak eklenen, bazı suçlar(silahla veya birlikte tehdit gibi) bakımından ise takdiri olarak uygulanabilen karmaşık bir müessese şeklinde idi.17 Kanunun 42. maddesine göre söz konusu tedbir, asıl cezanın infazından, kısmen
veya tamamen affından itibaren başlar ve buna ilişkin ilam kolluğa tevdi edilerek kolluk tarafından yerine getirilirdi. 28. maddeye göre mahkum, asıl cezası infaz edildikten sonra on beş gün içinde hangi mahalde ikamet etmek istediğini yetkili kolluk makamına bildirmeğe mecburdu. Bununla birlikte mahkum, kendisine yapılan tenbih ve ihtarlara uymakla yükümlüydü.18 Kolluk makamı, mahkumun nezarete tabi olduğu süre zarfında belirli bazı yerlerde ikametini de yasaklayabilmekteydi.
Söz konusu yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi başlı başına suç niteliğinde bir eylem olarak kabul edildiğinden, açılan kamu davası uyarınca mahkum, kanunun 307. maddesine göre bir aydan bir seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır, ayrıca daha önce öngörülen nezaret altında bulundurma haline son verilirdi. Bu müessesenin uygulamada ceza infaz sisteminin ıslaha yönelik amaçlarına hizmet etmediği, aksine ceza infaz kurumunda uygulanan tretman sonucu topluma yeniden kazandırılan veya kazandırıldığı varsayılan hükümlünün daha sonra toplum içinde bir süre uzman görevliler olmayan polis tarafından gözetim altında tutulması ve aleni polis kontrolü altında damgalı olarak yaşamaya çalışması sonucunu doğurması nedeniyle suçluların topluma kazandırılması ilkesinden beklenen sonuçları olumsuz yönde etkilediği, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 173/son ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu’nun 39. maddelerinde olduğu gibi belli yerlerde ikamete mecburiyet nedeniyle damgalanan mahkumların o yerlerde iş bulamama, kiralık ev bulamama gibi son derece güç yaşama şartlarıyla karşılaşmalarına sebep olması gibi olumsuz yönleri nedeniyle uygulamada iyi sonuçlar vermediğine kanaat getirilmişti.20 Bu nedenle 1987 yılına kadar yürürlükte kalan müessese aynı yıl çıkartılan 3352 sayılı “Emniyeti Umumiyeye İdaresinin Nezareti Altında Bulundurma Cezası ve Tedbirlerinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun” ile yürürlükten kaldırılmıştır. Gerçekten de yaptırım sistemi bakımından denetimli serbestlik uygulamalarına benzemekle birlikte; denetim, gözetim ve yardım konusunda uzman görevliler eliyle değil kolluk güçleri eliyle yerine getirilmesi öngörülen, hürriyeti bağlayıcı cezaların alternatifi değil, adeta onun devamı niteliğinde olan bu kurumun, ceza ve tedbirlerin çağdaş amaçlarına hizmet etmediği açıktır.
Uyuşturucu madde bağımlıları hakkındaki güvenlik tedbirleri:Uyuşturucu madde bağımlılarının bir hastanede veya sağlık kuruluşunda muhafaza ve tedavisini düzenleyen 765 sayılı TCK’nın 404.maddesi, 1926’dan 1991’e kadar bir çok değişikliğe uğramıştır. Madenin ilk yürürlüğe girdiği halinde böyle bir düzenleme bulunmaz iken 1933 yılında yapılan değişiklik ile, bağımlılığın en az 6 ay süreyle bir hastanede tedavi ve tevkif edileceği esası ve 1942 yılında yapılan değişiklik ile tedbire süresiz olarak hükmedilebileceği esası getirilmiştir.
1991 yılında yapılan değişiklik ile uyuşturucu madde kullanan kimse hakkında herhangi bir tahkikata girişilmeden evvel resmi makamlara başvurarak tedavi ettirilmesini istemesi halinde kullanma fiilinden dolayı kovuşturma yapılmayacağı kabul edilmiştir. Bu tedbir hakkındaki düzenlemeye bakıldığında, bütün modern denetimli serbestlik uygulamalarında görülen, uyuşturucu madde bağımlıları hakkındaki tedavi esaslı denetimli serbestliğe benzer bir düzenleme olduğunu görmekle birlikte, bu işlemlerin uzman bir denetimli serbestlik görevlisi nezaretinde, belirli aralıklarla test ve kontrollerin yapıldığı, psikolojik yardımla desteklenen “serbestlik içerisinde bir denetim” den ziyade, klasik tedavi usullerine uygun olarak sağlık kuruluşlarında yerine getirilmesi öngörülen bir tedbir olduğunu görmekteyiz.
Alkol bağımlıları hakkındaki güvenlik tedbirleri: 765 sayılı TCK’nın 573. maddesine göre, 572. maddeye göre alkol bağımlıları hakkında verilen hafif hapis cezasının yanında, bağımlılıktan kurtulana kadar bir hastanede kişinin tedavi altına alınması öngörülmüş idi. Bağımsız bir tedbir niteliğinde olan bu düzenleme de uyuşturucu bağımlılığına ilişkin yukarıda açıkladığımız tedbir gibi klasik tedavi usullerine uygun olarak sağlık kuruluşlarında yerine getirilmesi öngörülen bir tedbir niteliğinde olduğu için modern denetimli serbestlik uygulamalarına benzememektedir.
Dilenciler için “boğaz tokluğuna çalışma” tedbiri: 765 sayılı TCK’nın ilk halinde 544. maddede düzenlenen kabahat niteliğindeki “dilencilik” fiilinin karşılığı olarak, kişinin 1 haftadan 1 aya kadar özel idare ve belediye işlerinde, boğaz tokluğuna(yani ücretsiz olarak) çalıştırılması, tekerrür halinde ise bu sürenin 15 günden 2 aya kadar uygulanması öngörülmüş idi.21 Bu yaptırım, 1953 yılında yapılan değişiklik ile 1 haftadan 1 aya kadar hafif hapis cezasına dönüştürülmüştür.Doktrinde bir tür güvenlik tedbiri olarak nitelendirilen bu yaptırım biçimi, aslında günümüzde çok yaygın olarak uygulanmakta olan ve denetimli serbestlik içeren bir yaptırım olarak kabul edilen “kamu yararına ücretsiz çalıştırma” yaptırımına çok benzeyen bir yaptırımdır.
Hatta hapis cezasının veya para cezasının yerine değil, bağımsız bir yaptırım olarak doğrudan hükmedilebilen bir yaptırım türü olarak düzenlenmesi nedeniyle de günümüzdeki yeni tür yaptırım biçimlerine çok benzemektedir. Ancak yaptırımın uzman bir görevli denetiminde, belirli şartlar altında yerine getirilmesi ve buna uygun olarak yerine getirilmediği takdirde sonucunun ne olacağı hususunda bir düzenleme yapılmadığı için tam anlamıyla modern bir denetimli serbestlik düzenlemesi olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
C. 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’da Yukarıda da değinildiği gibi 765 sayılı TCK’da öngörülen yaptırım sisteminde cezalar dışındaki güvenlik tedbirlerine, “ceza” veya “tedbir” adı altında çok sınırlı olarak yer verilmiş, kısa süreli hapis cezalarına alternatif olarak hükmedilebilecek yaptırımlara yer verilmemişti. Özellikle kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların, suçluların ıslahına yönelik olumlu katkıları bulunmadığı ve cezaevi nüfusundaki yoğunluğu olumsuz yönde etkiledikleri gerekçesiyle 1965 tarih ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’da yapılan bir düzenleme ile 4. madde kapsamında ağır hapis dışındaki kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların mahkemece bazı hapis dışı ceza veya tedbirlere23 çevrilebilmesi öngörülmüş idi.24 Madde, yürürlükte olduğu süre içerisinde farklı tarihlerde altı kez değişikliğe uğradıktan sonra 1988 yılında son halini almıştır. Düzenlemede her ne kadar “ceza ve tedbir” ifadesi kullanılmış ise de, para cezası dışında sayılanların güvenlik tedbiri niteliğindeki seçenek yaptırımlar olduğu açıktır. Gene düzenlemedeki tedbirler, her ne kadar infaz kanununda yapılmış ise de kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların infazına yönelik/infazı yerine öngörülen bir düzenleme olmayıp, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine uygulanması öngörülen seçenek tedbirlerdir. Zira düzenleme, hapis cezasının infazına ilişkin, yani mahkemece suç niteliğindeki eyleme karşılık olarak verilen esas ceza olan hapis cezasının infazı aşamasında bir değerlendirmeye tabi tutularak, tedbir şeklinde infaz edilmesine yönelik bir düzenleme olmayıp, doğrudan yargılamayı yapan mahkeme tarafından değerlendirilip hükme bağlanan tedbirlerdir.
Düzenlemeye göre: “Ağır hapis hariç kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar,suçlunun kişiliğine, sair hallerine ve suçun işlenmesindeki özelliklerine göre mahkemece; 1. Kabahatlerde beher gün karşılığı birmilyon ila ikimilyon lira hafif, cürümlerde ikimilyon ila üçmilyon lira hesabıyla ağır para cezasına, 2. Aynen iade veya tazmine, 3. Altı ayı geçmemek üzere bir eğitim veya ıslah kurumuna devam etmeye, 4. Bir yılı geçmemek kaydıyla muayyen bir yere gitmekten, bazı faaliyetleri veya meslek ve sanatı icradan men’e, 5. Her nev’i ehliyet ve ruhsatnamenin bir aydan bir yıla kadar muvakkaten geri alınmasına çevrilebilir….” Bu düzenlemede kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine öngörülen çok sınırlı sayıdaki bu seçenek yaptırımlar, denetimli serbestlik içeren uygulamalara benzemekle birlikte, hiç birisinde uzman bir denetim görevlisinin gözetimi öngörülmediğinden modern anlamda denetimli serbestlik düzenlemesi niteliğinde değildir. Zira kanunun yürürlükte olduğu dönem içerisinde de bu yaptırımların yerine getirilmesini denetleyecek bir teşkilatlanma bulunmaması nedeniyle pek fazla uygulanmadığı bilinmektedir.
D. 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da 1979 tarih ve 2253 sayılı Kanun’un 10. maddesinde “küçüklere uygulanacak tedbirler” başlığı altında düzenlenen tedbirler, yaşları nedeniyle kendilerine hapis cezası uygulanamayan çocuklar hakkında uygulanabilen koruyucu ve destekleyici tedbirler mahiyetindedir, yaptırım niteliğinde değildir. Bu düzenlemeye göre çocuklar hakkında uygulanacak tedbirler şunlardır: “1. Veliye, vasiye veya bakıp gözetmeyi üzerine alan akrabadan birine teslim, 2. Bakıp gözetmeyi üzerine alan güvenilir bir aile yanına yerleştirme, 3. Bu maksatla kurulmuş çocuk bakım ve yetiştirme yurtlarına veya benzeri resmi yahut özel kurumlara yerleştirme, 4. Genel ve katma bütçeli daireler, mahalli idareler, bankalar, İktisadi Devlet Teşekkülleri ve bunların ortaklıkları tarafından kurulmuş fabrika, müessese veya ziraat işletmeleri veya benzeri teşekküllerle işyerlerine yahut meslek sahibi bir usta yanına yerleştirme, 5. Resmi veya özel bir hastaneye veya tedavi evine yahut eğitimi güç çocuklara mahsus kurumlara yerleştirme”. Gözetim başlığı altında düzenlenen 29. maddeye göre ise: “İşlediği suçtan dolayı hakkında 10 uncu maddede yazılı tedbir uygulanmış veya hükmedilmiş cezası ertelenmiş olan küçüğün 3 yıla kadar gözetim altında bulundurulmasına karar verilebilir.
Bu takdirde küçüğe, veliye, vasiye veya bakıp gözetmeyi üzerine alan kimseye gözetim tedbirinin gayesi ve gerektirdiği yükümlülükler haber verilir.Gözetim süresi kararda gösterilir. Şartlı erteleme halinde gözetim en az deneme devresi sonuna kadar devam eder.” Şartlı erteleme başlıklı 30. maddeye göre ise: “Para cezasından başka bir ceza ile hükümlü olmayan ve 15 yaşını doldurmayan küçük, işlediği bir suçtan dolayı ağır veya hafif para veya 3 yıla kadar hürriyeti bağlayıcı cezalardan biriyle mahkum olur ve geçmişteki haliyle ahlaki temayüllerine göre cezasının ertelenmesi ileride cürüm işlemekten çekinmesine sebep olacağı hakkında mahkemece kanaat getirilirse bu cezanın şartlı olarak ertelenmesine hükmolunabilir. Cezası bu suretle ertelenen küçük bir yıldan üç yıla kadar bir deneme devresine tabi tutulur. Mahkeme deneme devresi zarfında küçüğü, muayyen bir meslek veya sanat öğrenmek, belli bir yerde ikamet etmek alkollü içki kullanmamak veya bunlar gibi bazı şartlara uymaya mecbur edebilir. Küçük deneme devresi içerisinde, yapılan ikaz ve ihtarlara rağmen tabi tutulduğu eğitim ve ıslah şartlarını yerine getirmez veya başka kasti bir cürüm işlerse, mahkeme hükmolunan cezanın aynen çektirilmesine veya vahim görülmeyen hallerde deneme devresinin yarı nispetinde uzatılmasına karar verir.” Bu düzenlemelere göre ek bir tedbir niteliğinde olan iki tür Denetimli Serbestliğin Türk Ceza Adalet Sistemindeki Tarihsel Gelişim Süreci denetimin uygulanması öngörülmektedir. Bunlardan ilki ceza yerine tedbir niteliğinde olan denetim, diğeri ise hapis cezasının şartlı olarak ertelenmesi ile birlikte deneme süresi içerisinde öngörülen gene tedbir niteliğindeki, kanunun ifadesiyle “gözetim”dir.26 Kanun’un 30. maddesinde ise denetim görevinin, Adalet Bakanlığı’nca çocuk mahkemelerine atanan sosyal hizmet uzmanı veya yardımcısı, pedagog, psikolog, psikiyatrlar tarafından yürütüleceği öngörülmüştür.
Kanunun 17. maddesinde düzenlenen “gözetici veya bakıp gözetmeyi üzerine alan kimse”, modern anlamda denetimli serbestlik görevlisi niteliğindedir.29. maddede düzenlenen “gözetim” ise modern anlamıyla denetim ve koruma faaliyeti olup, 30. maddede düzenlenen “sosyal araştırma”, yürürlükteki düzenlemede öngörülen “sosyal araştırma raporu”na karşılık gelmektedir. Zira bu rapor, sadece çocuğun sosyal durumunu ve geçmişini araştırmakla kalmamakta, aynı zamanda ruhsal ve psikolojik durumu hakkında da bilgi vermektedir.2253 sayılı kanundaki düzenlemelere genel olarak bakıldığında, karşılaştırmalı hukuktaki örneklerinde 1900’lü yılların başlarında düzenlenip uygulamaya konulan bazı müesseselerin getirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ancak bu müesseselerin etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayabilecek bir teşkilatlanmaya gidilmemesi ve çocuklar hakkında öngörülen sınırlı sayıdaki tedbirlerin uygulamada beklenildiği şekilde sonuçlar doğurmaması nedeniyle, modern denetimli serbestlik örneklerine en çok benzeyen bu düzenlemelerin ceza adalet sistemine yeterince katkı sağlamadığı görülmüştür.
E. Türk Ceza Kanunu Tasarılarında
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte bulunduğu süre içerisinde hazırlanan 1987, 1989, 1997, 2000 ve 2003 tarihli TCK tasarılarında çeşitli şekillerde denetimli serbestlikten bahsedilmiş ve bu yönde düzenlemeler öngörülmüştür. 1997, 2000 ve 2003 tarihli tasarılar daha ziyade 1987 ve 1989 tarihli tasarıların geliştirilmiş halleri olan tasarılar olduğundan öncelikle bu iki tasarıyı ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. 1987 tarihli tasarı metninin “cezanın ertelenmesi” başlığı altında düzenlenen 80. maddesinde erteleme kararında öngörülen deneme süresi içinde uygun “denetimli serbestlik tedbiri”nin tatbikine mahkemece karar verilebileceği öngörülmüştür.28 Madde gerekçeyle birlikte değerlendiğinde, tasarıda denetimli serbestliğin bir tür güvenlik tedbiri, ertelemeye eşlik eden bir kurum olarak öngörüldüğü görülmektedir.
Gene tasarının “güvenlik tedbirleri, nev’ileri” başlıklı 93. maddesinde denetimli serbestlik, bir eğitim-iş evinde veya tarım işletmesinde ıslah edilme, belli yerlerde ikametin yasaklanması, içki içilen veya benzeri yerlere gitmekten yasaklanma, sağlık kurumunda tedavi altına alınma gibi “şahsi hürriyeti bağlayıcı” güvenlik tedbirleri arasında sayılmıştır.96. maddede ise denetimli serbestlik tedbirinin süresinin üç aydan iki yıla kadar olabileceği öngörülmüştür. Tasarıya göre denetimli serbestliğin de aralarında bulunduğu güvenlik tedbirleri, kural olarak cezanın yerine veya cezaya seçenek olarak değil, cezanın infazından sonra uygulanabilecek tedbirler olarak düzenlenmiştir. Bununla birlikte 95. maddede bazı suçlar bakımından iki yılı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiş suçlu hakkında bunun yerine belirli şartlar altında, bir eğitim-iş evinde veya tarım işletmesinde ıslah edilme ve denetimli serbestlik tedbiri altına alınmasına karar verilebileceği düzenlenmiştir.
1987 tarihli tasarıda her ne kadar, doğrudan denetimli serbestlik ifadesi kullanılarak düzenleme öngörülmüş ise de, bunun ne olduğu ve nasıl uygulanacağı konusunda bir düzenleme öngörülmemiştir. Tasarıda modern denetimli serbestlik uygulamaları kapsamında değerlendirilebilecek olan bir başka düzenleme ise kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirlerin düzenlendiği 62. maddedir. Maddeye göre kısa süreli hapis cezalarının, bir yılı geçmemek kaydıyla bir ıslah kurumuna devam etmeye, bir yılı geçmemek kaydıyla muayyen bir yere gitmekten, bazı faaliyetleri veya meslek ve sanatları icradan men’e, altı ayı geçmemek ve hükümlünün muvafakati olmak kaydıyla kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırma tedbirine çevrilebileceği öngörülmüştür. Bu düzenlemelere bakıldığında tasarıda, 647 sayılı Kanun’da öngörülen kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar ve tedbirlere ilişkin düzenlemenin büyük ölçüde tasarıya aktarıldığını ve bu tedbirlerin güvenlik tedbiri olarak kabul edildiğini görmekteyiz. Gene tasarının kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların özel infaz şeklerinin öngörüldüğü 65. maddesindeki; evde, kısmen cezaevinde, kısmen dışarıda infazı öngören düzenleme ve şartla salıverilmeye ilişkin 66. maddedeki, deneme süresi içerisinde belli bir yerde ikamet yasağına tabi tutulmayı öngören düzenleme,modern denetimli serbestlik uygulamaları kapsamında mütalaa edilebilecek nitelikte düzenlemelerdir. Ancak tasarıda bu uygulamaların kurumsal alt yapısının nasıl olacağı ve özellikle “denetimli serbestlik” adı altındaki tedbirin tam olarak ne anlama geldiği, kim tarafından, nasıl uygulanacağı konusunda bir düzenleme bulunmadığını ve gerekçede bu hususların hazırlanacak tüzükle düzenleneceğinin belirtildiği görülmektedir.
1989 tarihli tasarı metninde öncekine nazaran daha ileri olarak değerlendirebileceğimiz düzenlemeler bulunmaktadır.Tasarının “cezanın ertelenmesi” başlığı altında düzenlenen 79. maddesinde “cezası ertelenen hükümlü hakkında bir yıl ile beş yıl arasında tespit edilecek bir denetim süresi belirlenir ve bu süre içerisinde hükümlü 93. maddenin A/2 bendine göre denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulur. Hakim, hükümlünün özelliklerine göre belirleyeceği bu sürenin tedbire tabi tutulmadan geçirilmesine de karar verebilir. Ceza denetimli serbestlik altında ertelendiğinden, denetim süresi içerisinde özellikle mesleki faaliyetler, ikamet yeri, tıbbi kontrol,alkollü içeceklerden uzak kalma bakımından hükümlüde uygun sosyal davranış biçimlerinin yerleşmesine çalışır. Hakim bu süre içerisinde hükümlüye, denetimli serbestlik tedbiri bakımından tüzüğünde gösterilen diğer bir kısım mecburiyetleri de yükleyebilir ve gerektiğinde bunları kaldırabilir veya değiştirebilir“ şeklinde, ertelemeyle birlikte uygulanabilen güvenlik tedbiri niteliğinde bir denetimli serbestlik düzenlemesi öngörülmüştür.
Tasarının “hükmün geri bırakılması” başlığı altında düzenlenen 80. maddesinde ise “sanığa isnat olunan suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda fiilin cezası, para cezası veya en çok bir yıla kadar hapis veya hafif hapis cezasından ibaret bulunduğunda hakim, bir yıl ile iki yıl arasında tespit edeceği bir denetim süresi içinde suçluyu denetimli serbestlik tedbirine tabi tutarak, hükmün tefhimi geri bırakabilir.”32 ifadesi kullanılmış, burada da denetimli serbestlik ihtiyari bir güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiştir.
Gene tasarının “güvenlik tedbirleri, nev’ileri” başlıklı 93. maddesinde denetimli serbestlik 1987 tarihli ön tasarıdaki şekliyle şahsi hürriyeti bağlayıcı güvenlik tedbirleri arasında sayılmıştır. 96. maddede ise önceki tasarıda olduğu gibi denetimli serbestlik tedbirinin süresinin üç aydan iki yıla kadar olabileceği düzenlenmiştir. Ancak eklenen bir fıkra ile denetimli serbestliğin içeriğine ve uygulanma biçimine ilişkin olarak sınırlı bir açıklama getirilmiştir. Fıkraya göre: “Denetimli serbestlik tedbirinin amacı, hükümlüyü yeniden suç işlemeye teşvik edici etki ve ilişkilerden uzaklaştırmak ve hükümlünün hayatta suç işlemeden yaşayabilmesi için ona sosyal ve gerektiğinde maddi yardımların sağlanmasıdır. Bu maksatla hükümlü bir denetim görevlisinin kanun ve nizamlara uygun gözetimi altında tedbir süresini geçirir ve bu surette toplum ile yeniden bütünleşmesine katkıda bulunur.”33 Bu ifadeler, her ne kadar bir kanun maddesinin fıkrası olarak düzenlenmiş ise de daha çok düzenlemenin gerekçesi olabilecek içeriğe sahiptir ve tedbirin ne olduğu ve nasıl uygulanacağı konusunda yeteri kadar aydınlatıcı mahiyette değildir. Bu düzenlemeler
dışında 1987 tarihli tasarıdaki gibi kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirler ve özel infaz şekilleri hakkında da düzenlemeler öngörülmüş, gene bazı suçlar bakımından iki yılı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiş suçlu hakkında bunun yerine belirli şartlar altında, bir eğitim-iş evinde veya tarım işletmesinde ıslah edilme ve denetimli serbestlik tedbiri altına alınmasına karar verilebileceği düzenlenmiş, güvenlik tedbirlerinin infazında uygulanacak rejimin tüzükle düzenleneceği ifade edilmiştir.
1989 tarihli tasarının 102 ila 122. maddeleri arasında çocuklar ve küçükler bakımından ayrı bir yaptırım sistemi öngörülmüştür. 102. maddede çocuklar hakkında uygulanabilecek tedbirler ve cezalar: 1. Çocuğun koruma, tedavi ve eğitim noksanlığını giderici tedbirler (velayet ve vesayetle ilgili tedbirler, beden ve ruh sağlığı tedbirleri, denetimli eğitim tedbiri, yetişkinler için öngörülen uyuşturucu ve akıl hastalığının tedavisi için öngörülen güvenlik tedbirleri), 2. Disiplin tedbirleri(tekdir, yükümlülük yüklenmesi, kamuya yararlı bir işte çalıştırma), 3. Cezalar (para cezası, çocuklara ve küçüklere özgü hapis cezası) şeklinde düzenlenmiş,34 Tasarının “çocuğun yükümlere tabi tutulması” başlığıyla düzenlenen 107. maddesinde, mahkemece gösterilecek yerde ikamet etmek, belirli bir aile yanında, yuvada yada kurumda yaşamını sürdürmek, belirli bir çıraklık işini veya diğer bir uğraşı kabul etmek, belirli bir hizmeti yerine getirmek, belirli kimselerle görüşmekten ve belirli yerlere gitmekten kaçınmak, suçtan kaynaklanan zararı gidermek, kamu yararına çalışan bir kuruma yardımda bulunmak gibi yükümlülüklerin mahkemece öngörülebileceği belirtilmiştir. 108. maddede ise çocuklar için kamu yararına bir işte çalıştırma, hapis cezası yerine hükmedilebilen seçenek bir yaptırım olarak düzenlenmiştir. 112. maddede çocuklar için öncelikle yukarıda bahsi geçen yükümlülüklerin, kafi gelmediklerinin düşünülmesi durumunda ise çocuklara özgü hapis ve para cezasının uygulanması öngörülmüştür. Devam eden maddelerde benzer düzenlemeler “küçükler” bakımından da öngörülmüş, ayrıca yetişkinler için öngörülen“hükmün geri bırakılması”, erteleme ve şartla salıverilmeye ilişkin hususlar çocuklar ve küçükler bakımından da düzenlenmiştir. Tasarının çocuk ve küçükler hakkında müşterek hükümlerin düzenlendiği bölümünde bulunan “denetim” başlıklı 122. maddesinde, öngörülen denetimin içeriği ve uygulanma yöntemi hakkında esaslar belirlenmiştir.
Buna göre: “…denetimden maksat; çocuk veya küçüğün denetim süresince kendisine nasihat veya tavsiyelerde bulunacak, yardım edecek nitelikli bir denetim görevlisinin gözetim ve idaresine tevdi edilmesidir. Mahkemece bu görev söz konusu hizmeti meslek olarak icra eden kimselere verilir.
Mahkeme, gerekli niteliklere sahip olduğunu tespit ettiği gönüllü kişiler de bu hizmetle görevlendirilebilir. Mahkeme üyelerinden birini denetim görevlisi ile temas hususunda görevlendirir. Denetim görevlisi, görevlendirilen mahkeme üyesi ile sürekli olarak temasta bulunur ve onunla mutabakat halinde çocuk veya küçüğün yüküm ve taahhütlerini doyurucu biçimde yerine getirmesi hususunda çaba gösterir. Görevli, bütün imkanları sonuna kadar kullanarak çocuk veya küçüğün kanuni mümessili ve eğitiminden sorumlu olan kişilerle uyuşma halinde, eğitimini destekler. Görevli, bütün kaynaklara başvurarak çocuk veya küçüğün hayat tarzı hakkında bilgi elde eder ve görevli mahkeme üyesince belirlenecek aralıklarla çocuk veya küçüğün gelişmeleri hakkında raporlar verir.”
Bir güvenlik tedbiri olarak denetimli serbestlik ve geniş anlamda denetimli serbestlik içeren yukarıdaki müesseseler 1989 tarihli tasarı esas alınarak hazırlanan ve konumuz bakımından çok farklı hükümler içermeyen 1997, 2000 ve 2003 tarihli tasarılarda da benzer şekilde yer almıştır. Ancak hükmün geri bırakılması müessesesi, bu ifadeyle 2000 ve 2003 tarihli tasarılarda yer almamış, bununla birlikte 1999 ve 2002 tarihli CMUK tasarılarında “hükmün geri bırakılması ve denetimli serbestlik” başlığı altında önceki tasarılardaki gerekçelerle birlikte düzenlenmiştir. 2003 tarihli tasarısının 66. maddesinde diğerlerinden farklı olarak hükümlülük süresi altı ayı geçmeyen kadınlar hakkında hükmedilen cezaların “elektronik alet”e bağlanması suretiyle oturduğu yerde infazına ilişkin bir düzenleme öngörülerek, bir modern denetimli serbestlik aracı olarak bilinen elektronik izleme(electronic monitoring) yöntemine çok sınırlı olarak da olsa yer verilmiştir.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız tasarılar genel olarak incelendiğinde, tasarıların tamamında cezalar ve güvenlik tedbirleri şeklinde iki izli bir yaptırım sisteminin esas alındığı görülmektedir. Denetimli serbestlik, her ne kadar bu tasarılarda kavram olarak asıl cezanın infazından sonra(kural olarak) uygulanabilen bir tür güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiş ise de, kavramın çalışmamızda esas aldığımız geniş anlamı dikkate alındığında, tasarıların 765 sayılı TCK’dan farklı düzenlemeler içerdiğini görmek mümkündür. Ancak tasarılarda, karşılaştırmalı hukuktaki örneklerine benzeyen klasik ceza hukuku yaptırımlarının yanında toplum içinde infazı ve denetimi amaçlayan yeni yaptırımların ihdas edilmesine ve bu yaptırımların yerine getirilmesini sağlayacak kurumsal bir yapının oluşturulmasına yönelik düzenlemeler bulunmadığı görülmektedir.
F. 2005 Yılında Yürürlüğe Giren Temel Ceza Mevzuatında 2005 yılında, ceza adalet sisteminin esasını teşkil eden temel kanunlar olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGİK)’un yürürlüğe girmesi ile birlikte yeni bir döneme girilmiştir. Osmanlı Devleti döneminde ve 2005 yılına kadarki Cumhuriyet döneminde, denetimli serbestlikle benzerlik gösteren yukarıda ayrıntılarını açıkladığımız bir takım kurumlar bulunmakla birlikte, hiçbirisi modern anlamda denetimli serbestlik düzenlemesi niteliğinde değildi. Bu dönemde denetimli serbestlik, bir teşkilatlanma biçimi olarak ortaya çıkmadığından ve kanunlarda bunun yeterli kanuni zemini bulunmadığından, öngörülen benzer düzenlemeler de istenildiği ölçüde uygulanamamıştır. Ancak ceza infaz kurumlarında yaşanan aşırı kalabalıklaşma, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkum edilenlerin sayısındaki fazlalık ve son yıllarda hafif suçlar işlemiş olan suçluların toplum içerisinde rehabilite edilmesinin tercih edilmesine yönelik anlayışın yaygınlaşması, hem suçlulara hem de suç mağdurlarına yardım anlayışının gelişmesi gibi nedenlerle denetimli serbestlik sisteminin kurulması bir zorunluluk haline gelmiştir.
Bu doğrultuda bir ceza adalet kurumu olarak denetimli serbestlik, uzun süren hazırlık çalışmalarından sonra, 2005 yılında yürürlüğe giren temel ceza mevzuatında toplum içinde infazı öngörülen yaptırım ve tedbirlerin yerine getirilmesi ile suç mağdurları ve faillere yardım edilmesi amacıyla 2005 yılında yapılan düzenlemeler sayesinde ceza adalet sistemi içerisindeki yerini almıştır.
2005 yılının Haziran ayında yürürlüğe giren TCK, CMK ve CGİK’da düzenlenen adlî kontrol, kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar, kamuya yararlı bir işte çalıştırma, cezanın koşullara bağlı ve denetimli olarak ertelenmesi, büyüklere, çocuklara, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılarına özgü güvenlik tedbirleri, koşullu salıverilme, koşullu salıverilenler ile mükerrirler ve özel tehlikeli hükümlüler hakkında denetimli serbestlik tedbiri, cezanın konutta infazına ilişkin düzenlemeler, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile birlikte öngörülen yükümlülükler nedeniyle, bunların etkin bir şekilde uygulanabilmesine ilişkin sistemin kurulması amacıyla denetimli serbestlik hizmetlerinin yapılandırılmasına ilişkin mevzuat çalışmaları yapılmış ve bu doğrultuda hazırlanan tasarı kanunlaşarak 5402 sayılı Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu adı altında 20 Temmuz 2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sonrasında sisteme ilişkin uygulama esaslarının belirlendiği Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Yönetmeliği 20.12.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş, ancak süreç içerisinde, esas kanunlar da yapılan değişiklikler nedeniyle yönetmelik yeniden düzenlenerek 18 Nisan 2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış ve ilk yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır.
Sonuç
Günümüzde modern ve insancıl ceza siyasetinin vazgeçilmez bir sütunu konumunda olan denetimli serbestlik,karşılaştırmalı hukuktaki örneklerinden neredeyse yüz elli yıl gecikmeyle de olsa bir kurum olarak Türk ceza adalet sistemindeki yerini alabilmiştir. Biz bu çalışmada Osmanlı Devleti döneminden başlayıp 2005 yılına kadar devam eden süreçte denetimli serbestliğin mevzuat ve uygulamadaki izlerini sürmeye çalıştık. Görüldüğü üzere denetimli serbestliğe benzer müesseseler bu süreçte hayat bulmuş ancak karşılaştırmalı hukuktaki örneklerindeki gibi bir sistem olarak öngörülüp, düzenlenmediğinden ceza adalet sistemine katkıları sınırlı olmuştur.
Not:Bu makalede orjinalinden farklı olarak bazı açıklama, kaynak ve dipnotlar vs.gibi kısımlara yer verilmemiştir.Yazarın yayınlanmış orjinal makalesini okumak için yandeki linki tıklayınız. Denetimli Serbestliğin Türk Ceza Adalet Sistemindeki Tarihsel Gelişim Süreci
İlk yorum yapan siz olun