CUMHUR SİNAN ÖZDEMİR Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişi Hizmet tespit davası kurumca tespit edilememiş veya eksik bildirilmiş hizmetlerin tespiti amacıyla açılan davadır. Hizmet tespit davası açabilmesi için dava açacak kişinin sigortalı sayılması gerekir.Kanun;Bir hizmet akdine dayanarak, bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar sigortalı sayılırlar[1] şeklinde tanımlama getirmiştir.
Çalıştırılanlar, işe alınmalarıyla, kendiliğinden sigortalı olurlar.Sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümleri sigortalının işe alındığı tarihten başlar.Bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez.Sözleşmelere, sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler konulamaz[2].
Hizmet tespit davalarının temelini Sosyal Sigortalar Kanunun “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır[3] “hükmü oluşturur. Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğine[4] göre ;Sigorta müfettişleri, sigorta yoklama memurları ve genel bütçeye dahil daireler ile katma bütçeli idarelerin denetim elemanlarınca iş yerlerinde yapılan fiili tespit sonucunda çalıştığı belirlendiği halde, hizmetleri Kuruma bildirilmediği anlaşılan veya eksik bildirildiği saptanan sigortalıların geriye yönelik hizmetlerinin, çalışmalarının mevcut olduğuna ilişkin yeterli ve inandırıcı delil ve bulgularla ortaya konulması kaydıyla, en fazla tespitin yapıldığı tarihten önceki bir yıllık süreye ilişkin kısmı dikkate alınabilir.Bir yıllık süreyi aşan sigortalı çalışmalar ise, her zaman düzenlenebilir nitelikte olmayan kanunen geçerli işyeri kayıtları ile kanıtlanmak şartıyla dikkate alınır.
Sosyal Sigortalar Kanununa göre;Kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür[5].
Hizmet tespiti davaları için İş Mahkemelerine, İş Mahkemelerinin kurulu olmadığı yerlerde ise Asliye Hukuk Mahkemelerine başvurulur.Hizmet Tespit davalarında SSK ile beraber işverenin de hasım gösterilmesi zorunludur. İşveren hizmet tespit davası açamaz,sigortasızlık tespitini isteme hakkı sigortalıya aittir. Hizmet tespit davasını kişinin kendisi hizmet tespitine konu işyerinde hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açabilir.5 yıllık süre hak düşürücü süredir.Hak düşürücü süre (İşe giriş bildirgesi süresinde kuruma verilmiş ancak bordro ve primin intikal etmemesi, Müfettiş durum tespit tutanağı ile işçinin çalıştığının tespit edilmesi,sigortalının primleri Kurumca işverenden ölçümleme sonucunda icraen tahsil edilmesi,işveren tarafından tasdikli ücret bordrosunda sigortalıya dair sigorta priminin kesildiği görülürken, kuruma yatırılmaması gibi) durumlarda işlemez.
Hizmet Tespitine İlişkin Yargıtay Kararları;
I.Taraflar arasındaki tesbit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( İş Mahkemesi) nce davanın kabulüne dair verilen kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Hukuk Dairesi ilamı ile; (…Bir kimsenin sigortalı sayılabilmesi için sigortalı işe giriş bildirgesinin varlığı yeterli değildir. Aynı zamanda o kimsenin 506 sayılı Yasanın 2. maddesinin belirlediği biçimde eylemli olarak çalışması da koşuldur. Bu yön özellikle Sosyal Sigortalar Kanunun 6. maddesinde vurgulanmıştır. Bu bakımdan davacının işyerinde eylemli olarak çalışıp çalışmadığının yönetimce araştırılması gerektiği ortadadır.Yapılacak iş, davacının çalıştığı işyerinin 506 sayılı Yasa kapsamında bulunup bulunmadığı araştırılmak ve kendisi ile birlikte çalışan ve kayıtlara geçmiş kişilerin bilgilerine başvurulmak ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Mahkeme ile Daire arasındaki uyuşmazlık, salt işe giriş bildirgesinin 506 sayılı Yasanın 108. maddesi uyarınca; sigortalılık başlangıcı yönünden yeterli olup olmayacağı konusuna ilişkindir. Mahkeme, bildirgenin yeterli olacağını öngörürken, Daire ayrıca, çalışma olgusunun da, ortaya konmasını öngörmektedir.Gerçekten; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasa Sistemi; 2. ve 6. maddelerinde açıkca belirlendiği üzere; sigortalılığın oluşumu yönünden çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça; hizmet akdine dayanılarak dahi, sigortalılıktan söz edilemez. Çalışmayı ortaya koyan belgeler ise, giriş bildirgesi ile birlikte, sözü edilen Yasanın 79. maddesinde öngörülen ve sigortalının çalışma gün ve sayısını kazanç durumunu, çalışma tarihleri ile birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bildirgeleri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 17. maddesinde belirtilen dört aylık prim bordroları gibi Kuruma verilmesi zorunlu kanıtlardır.Yöntemince düzenlenen işe giriş bildirgesi, salt işe alınmayı göstermekle birlikte çalışmanın mevcudiyeti yönünden yalnız başına yeterli kabul edilemez.Sigortalılıktan söz edilebilmek için, çalışmanın varlığı Yargıtay’ın 79/8. maddeye dayalı sigortalılığın tesbit davaları yönünden kabul ettiği ilkelere uygun biçimde belirlenmesi gerekir. Zira sigortalılığın başlangıcına yönelik her dava, sigortalılık tesbit davasını da içerir. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden; çalışanlar ile çalışmayanlar arasında adaletsiz ve haksız bir durum yaratır. Bu nedenle; işe giriş bildirgesinin verildiği, ancak, yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda; çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı ve Kamu düzenine dayalı bu davalarda, hakim, görevi gereği, doğrudan soruşturmayı genişleterek, sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir. Bu davalarda da işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile Kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanmalı, ücret bordroları celbedilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, işyeri çalışanları saptanmalı ve sigortalının hangi işte ne kadar süre ile çalıştığı açıklanmalı gereğinde komşu işyeri çalışanlarının bilgilerine de başvurularak gerçek çalışma olgusu, somut ve inandırıcı bilgilere dayalı kanıtlanmalıdır.Belirtilen nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır[6].
II. Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 12.9.1995-12.1.1999 tarihleri arasında sigortalı olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini istemiştir.Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.Hükmün, davalılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.Davacının çalışmaları Kuruma kesintili bildirilmiş ve eksik prim ödenmiştir.Davacı, eksik bildirilen ayların tamamında çalıştığını iddia etmektedir. Burada çözümlenmesi gereken hukuksal sorun, sigortalının imzasının olmasına karşın işverence kesintili bildirimin ve kesintili prim ödemesinin, davacı sigortalının o işyerinde kesintili çalışmasına karine teşkil edip etmeyeceği meselesidir. Hemen söylemek gerekirse gerek daha az prim ödemek gerekse sair nedenlerle sigortalının çalışmalarını eksik bildiren işverenin bu eylemi sigortalının kesintili çalıştığına karine teşkil etmez.
Zira özellikle dört aylık prim bordrolarında sigortalının imzası yoktur. Sigortalı şayet kesintili çalışmayı gösteren bordroları imzalamışsa ve imza işlemi, hata, hile, manevi baskıya dayanmıyorsa o takdirde gerçekten çalışmasının kesintili geçtiği kabul edilir. Ancak bu halde bile sigortalının, çalışmasının kesintili geçmediğini yazılı delillerle ispat edebilme hakkı mevcuttur.Öte yandan, 4447 sayılı Yasanın 11. maddesiyle Sosyal Sigortalar Kanununun 79. maddesine eklenen aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkrasında, kesintili çalışmalar bakımından çalışmaların ilgili ayın tamamında geçtiğine dair sigortalı lehine bir tür yasal karine getirilmiştir.Zira anılan fıkralara göre, işveren, sigortalıların çalışmalarının 30 günden az geçmesi halinde az çalışmayı açıklayan bilgi ve belgeleri prim belgelerine eklemek zorundadır.Eklemediği takdirde, Kurumca, çalışmanın 30 gün devam ettiği kabul edilerek eksik primler Sosyal Sigortalar Kanununun 80. maddesi hükümleri çerçevesinde işverenden tahsil edilebilecektir.Görüldüğü gibi 79. maddede yapılan değişiklikle kısmi bildirimlerin sigortalının aleyhine değil lehine kabul edileceği açık seçik ortadadır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 3.6.2001 tarih, 450 Esas, 501 Karar sayılı ilamı da aynı doğrultudadır. 79. maddede yapılan değişiklik kamu düzenini ilgilendirdiğinden geçmişe yönelik olarak da uygulanır. Kuşkusuz yargılama aşamasında sigortalının kısmi (kesintili) çalıştığı ancak yazılı delillerle ispat edilebilir[7].
III. Davacı, komisyon kararının iptali ile 30.11.2001 tarihine kadar hesap edilen 581.152.000 liranın kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.Hükmün, davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 4447 sayılı Yasanın 11. maddesiyle değişik 79/2. maddesidir. 79. maddeye eklenen ikinci fıkraya göre, otuz günden az çalışan ve ücreti ödenmeyen sigortalıların, “hangi nedenle daha az çalıştıklarının” ve “hangi sebeple tam ay üzerinden ücret ödenmediğinin” kanıtlarının işverence belgeleriyle birlikte Kuruma bildirilmesi gerekmektedir.Burada belirtelim ki, işverenin eksik çalışmayı yasanın öngördüğü sürede geçerli ve inandırıcı kanıtlarla belgeleyememesi halinde, bu durum “sigortalının eksik prim gün sayısı bildirilen ayın tamamında diğer bir anlatımla 30 gün süreyle çalıştığına” yasal karine oluşturur. Bu karinenin aksinin ise “sonradan düzenlenmesi olası bulunmayan geçerli ve inandırıcı bilgiler içeren” belgelerle kanıtlanması zorunludur.
Öte yandan, 79. maddeye eklenen 3. fıkrada ise işveren, sigortalıların otuz günden az çalıştığını gösteren bilgi ve belgeleri Kuruma vermemişse veya verilen belgeler kurumca geçerli sayılmamışsa, otuz günden az bildirilen sürelere ait primler kurumca re’sen tahakkuk ettirilerek, Sosyal Sigortalar Kanununun 80. maddesine göre 6183 sayılı Yasa uyarınca tahsil olunacağı hüküm altına alınmaktadır.Şu hale göre:İşverenin, eksik bildirim nedenlerini açıklayan bilgi ve belgeleri vermemesi halinde uyuşmazlık çıktığı takdirde ispat yükü işverene ait olacağı doğaldır. Bu bağlamda işveren, sonradan düzenlenmesi olası bulunmayan geçerli ve inandırıcı bilgiler içeren kanıtlarla sigortalının ay içinde 30 günden eksik çalıştığını kanıtlamak zorundadır. aksine kısmi çalışmayı doğrulayan bilgi ve belgeler prim bildirgelerine eklenmemişse, değinilen yasal karinenin gereği olarak sigortalının ayın tamamında çalıştığının varsayılmasının sonucu olarak kurumun eksik bildirilen süreler için ek prim tahakkuk ve tahsil etme hakkı doğacaktır.
Somut olayda, Kurum tarafından, sigortalıların 2001 yılının çekişme konusu dönemlerine ilişkin olarak, ait olduğu ay içinde 30 günden eksik prim ödeme gün sayısı bildirilmesi nedeniyle, işverenden eksik bildirimler için, aylık sigorta prim bildirgeleri ile dönem bordroları talep edilmiş, bu bağlamda işverence eksik çalışmalara dair sunulan belgeler süresinde kuruma verilmediği gibi, yasal süre geçtikten sonra ek bildirgelerle birlikte ibraz edilen sigortalıların eksik çalışmalarına ilişkin dönemlerle ilgili açıklamaları içeren belgelerin de yukarıda belirtilen karinenin aksini gösterir nitelik ve kanıt özelliği taşımadıkları, her zaman için düzenlenmelerinin olanaklı ve inandırıcılıktan uzak bulunmaları karşısında işverence sonradan ibraz edilen işbu bilgi ve belgeler itibar edilir nitelikte geçerli bir kanıt olarak değerlendirilemez.O nedenle kurumun eksik bildirimleri ay içinde 30 güne tamamlamaya ilişkin resen prim tahakkukuna dair işlemi yerindedir.
Açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetilerek davanın reddi yerine kabulüne karar vermiş olması isabetsiz olup bozma nedenidir.O halde, davalı kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır[8].
IV. Davacı davalılardan işverene ait işyerinde 05.08.1996-01.12.1996 tarihleri arasında sigortalı olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini istemiştir.Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.Hükmün davalılardan Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Dava, 05.08.1996-01.12.1996 tarihleri arasında davalı işverene ait işyerinde hizmet akdine dayalı olarak geçen ve kuruma kayıt ve tescil edilmeyen hizmetlerin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bu sonuç usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır.Bu yönüyle davanın yasal dayanağı belirgin olarak 506 sayılı Yasa’nın 79/10. maddesidir. Anılan maddede, yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların, çalıştıklarının, hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilecekleri öngörülmüştür.
Somut olayda, davalı işverene ait işyerinden davacı adına 01.12.1996 tarihli işe ilk giriş bildirgesinin kuruma verildiği, daha önceki çalışmalara ilişkin hiçbir resmi belge bulunmadığı ve mahkemeye de 24.04.2002 tarihinde başvurulduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.Kural olarak işe giriş bildirgeleri sigortalının imzasını içermelidir. Sigortalı, bildirgeyi hile, hata veya manevi baskı altında imzaladığını ileri sürmemiş veya imzanın kendisine ait olmadığını söylememiş ise, işe giriş bildirgesinin verildiği tarihten önceki çalışmalar, hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurulmazsa hak düşürücü süreye uğrar.Ayrıca, davacının aynı işyerinde bu tarihten sonra çalışmasını sürdürmesinin veya 5 yıllık hak düşürücü süre içerisinde tekrar aynı işyerine girerek çalışmasının, hak düşürücü sürenin işlemesine engel olmayacağı ve hak düşürücü sürenin, kesilmesi ve durmasının mümkün bulunmadığı hukuksal gerçeği de ortadadır.Nitekim,Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.02.2003 gün ve E: 2003/21-43, K: 2003/97 sayılı Kararı da aynı doğrultudadır.Ancak, işe ilk giriş bildirgesindeki imzanın davacıya ait olmadığının saptanması halinde diğer deliller hep birlikte değerlendirilerek çalışmanın tespitine karar verilebilir.Oysa, mahkemece bu yönde hiçbir araştırma ve inceleme yapılmamıştır.Somut olayda, davacı, 03.03.2003 tarihli celsede işe ilk giriş bildirgesindeki imzanın kendisine ait olmadığını iddia etmiştir. Bu durumda mahkemece, hizmet tespiti davalarının özelliği dikkate alınarak işe giriş bildirgesindeki imza üzerinde yöntemince uzman bilirkişiler aracılığı ile inceleme yaptırılmak oluşacak sonuca göre hak düşürücü sürenin geçip geçmediği belirlenmek ve tüm deliller hep birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.Kabule göre de, ifadeleri hükmü dayanak alınan tanıklar davacıyla birlikte çalışan ve kayıtlara geçmiş kişiler olmadığı gibi, aynı çevrede benzer işi yapan başka işverenlerin çalıştırdığı ve bordrolara geçmiş kimseler de değildir. Bu bakımdan, tanık sözleri çalışma olgusu yönünden somut olgulara dayanmamakta soyut düzeyde kalmaktadır..Giderek, tanık sözlerinin inandırıcı güç ve nitelikte olduğu söylenemez. Ayrıca, tespiti istenilen süreler çok öncelere ilişkin bulunduğundan tanıkların bu sürelerle ilgili bilgileri bu güne değin eksiksiz olarak hafızalarında korumaları da hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmez. Hal böyle olunca, işveren tarafından Sosyal Sigortalar Kurumu’na verilen dört aylık sigorta primleri bordroları celp edilerek, davacı ile aynı tarihlerde çalışan ve söz konusu dönem bordrolarında kayıtlı tanıkların bilgilerine başvurmak ve gerektiğinde komşu veya benzer işi yapan işverenlerin kayıtlarına geçmiş kimselerin tespit edilerek, anılan kişilerin beyanlarına başvurulmak ve sonucuna göre karar vermek gerekirken, mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması da isabetsizdir.O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır[9].
V. Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 3.3.2000-12.7.2004 tarihleri arasında geçen ve Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirilemeyen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir.Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde feragat nedeniyle davanın reddine karar vermiştir.Hükmün, davalılardan Sosyal Sigortalar Kurumu avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
506 sayılı Yasanın 6. maddesi gereği sigortalı olmak hak ve yükümden kaçınılmaz ve vazgeçilmez. Yasanın öngördüğü belli bir sosyal güvenlik kuruluşu sigortalısı olmak, kamu düzenine ilişkin, kişiye bağlı, vazgeçilmez ve kaçınılmaz hak ve yükümlülük doğuran bir hukuksal statü yaratır. Kişi ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bu statünün oluşumundaki rolü, yenilik doğurucu ve iradı bir durum değil, Yasa gereği kendiliğinden meydana gelen statüyü belirlemekten ibarettir. Dolayısıyla, sosyal güvenlik hakkından feragat mümkün olmadığından, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilemez.Hal böyle olunca, davacı tespit davasından feragat edemeyeceğine göre, davasını geri alabilir. Başka bir anlatımla ileride tekrar dava açabilme hakkını saklı tutarak davanın takibinden vazgeçebilir.Mahkemece yapılacak iş; 506 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca davadan feragatın mümkün olamayacağını davacıya hatırlatmak ve feragata ilişkin beyanı da hatırlatılarak, bunun davayı geri alma şeklinde anlaşıp anlaşılamayacağı sorulmak ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 185 ve 409. maddesindeki prosedür gerekirse işletilmek üzere sonucuna göre karar vermekten ibarettir. Ayrıca hükmü temyiz eden davalı Kurum vekilinin de vekaleti celp edilerek dosya içerisine konulmalıdır.Mahkemece, belirtilen bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı olduğu şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.O halde, hükmü temyiz eden davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır[10].
Yukarıda belirtilen Yargıtay Kararları doğrultusunda;
a-)Sigortalı, bildirgeyi hile, hata veya manevi baskı altında imzaladığını ileri sürmemiş veya imzanın kendisine ait olmadığını söylememiş ise, işe giriş bildirgesinin verildiği tarihten önceki çalışmalar, hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurulmazsa hak düşürücü süreye uğrar.
b-)İşverenin eksik çalışmayı yasanın öngördüğü sürede geçerli ve inandırıcı kanıtlarla belgeleyememesi halinde, bu durum sigortalının eksik prim gün sayısı bildirilen ayın tamamında diğer bir anlatımla 30 gün süreyle çalıştığına yasal karine oluşturur. Bu karinenin aksinin ise sonradan düzenlenmesi olası bulunmayan geçerli ve inandırıcı bilgiler içeren belgelerle kanıtlanması zorunludur.
c-)İşverenlikçe düzenlenen işe giriş bildirgesi, salt işe alınmayı göstermekle birlikte çalışmanın mevcudiyeti yönünden yalnız başına yeterli kabul edilemez.
d-)506 sayılı Yasanın 6. maddesi gereği sigortalı olmak hak ve yükümden kaçınılmaz ve vazgeçilmez.Yasanın öngördüğü belli bir sosyal güvenlik kuruluşu sigortalısı olmak, kamu düzenine ilişkin, kişiye bağlı, vazgeçilmez ve kaçınılmaz hak ve yükümlülük doğuran bir hukuksal statü yaratır. Kişi ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bu statünün oluşumundaki rolü, yenilik doğurucu ve iradı bir durum değil, Yasa gereği kendiliğinden meydana gelen statüyü belirlemekten ibarettir. Dolayısıyla, sosyal güvenlik hakkından feragat mümkün olmadığından, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilemez.
e-)Sigortalı şayet kesintili çalışmayı gösteren bordroları imzalamışsa ve imza işlemi, hata, hile, manevi baskıya dayanmıyorsa o takdirde gerçekten çalışmasının kesintili geçtiği kabul edilir. Sonuç: Hizmet tespit davasını kişinin kendisi hizmet tespitine konu işyerinde hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açabilir. Hizmet tespit davasını kişinin kendisi ölmüşse hak sahipleri (murisin hayattayken hizmet tespit davasını açma süresini geçirmemiş olması şartıyla) açabilir.
Hak düşürücü süre murisin ölüm tarihinden başlar. ——————————————————————————–
[1]506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu 2.Md.
[2] 506/6.Md.
[3] 506/79.Md.
[4] Madde:24
[5] 506 sayılı SSK Madde:134
[6] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas:1999/21-508,Karar:1999/525,Tarih:16.06.1999
[7] Yargıtay 10.H.D. Esas No:2001/4473,Karar No:2001/4791,Tarih:19.06.2001
[8] Yargıtay 10.H.D. Esas No:2003/9847,Karar No:2004/1533,Tarih:04.03.2004
[9]Yargıtay 21.H.D.E:2004/6010,K:2004/9621,T:09.11.2004
[10]Yargıtay 10.H.D.E:2004/11796,K:2005/1483,T:21.02.2005
İlk yorum yapan siz olun